Ezber Bozan Bayrampaşa’lı
Uykusuz Güvercin
Nezir’e
…
12 Eylül 1980’li yılların, günde 20-25 kişinin öldürüldüğü netameli günlerin hemen sonrasında, ülkemizde yaşanan o kirli ve boğucu havanın Mayıs ayında Belçika’ya Brüksel’e gelmiştim. Birkaç gün Brüksel’in kadınca ıslak sokaklarını, gizemli yerlerini, yürüyerek gezmeğe çıkmış üzerimdeki kalan tozu, pası atmağa çalışıyordum. Eşim;-biliyor musun Nihat, insan bulmakta zorlanacaksın demişti, ben de,Diyojen gibi gündüz el feneriyle arar, bulurum demiştim.
İlk tanış olduklarımın arasında, giyime önem vermeyen, az konuşan, insanı güzel dinleyen birini tanımıştım. Eğitimsiz olmasına karşın, soru sorduğu zaman, profesörü bile oturtan, ezber bozan bir yanı vardı arkadaşımın.
İstanbul, Bayrampaşa semtinde yetmişli yıllarda bir salgın hastalık dolanıyordu ortalıkta. Önce kesin bir tanı konmamıştı. Sonra, kolera dendi, ardından ”Parakolera” tanısı konmuştu. Sağmalcılar semti olarak bilinen yerde, küçük bir dereye lağım suları karışmış, orada yüzen semt çocukları hastalanıp yüzlerce çocuk ölünce, bir telaş başlamıştı ülkemizde. O olay sonrasında, Sağmalcılar semtinin adı değiştirilmiş, Bayrampaşa denmişti. Yıllar sonra, askerliğini yapıp, evlenerek Brüksel’e yerleşen bu arkadaşımın, çocukluğunda o derede yüzdüğü için, böbrekleri virüs kapmış ve işlevini yapamaz duruma gelmiş, böbrekleri iflas etmiş. Uzun yıllar diyaliz makinesine bağlı olarak yaşamını sürdürür fütursuzca. Öyle de yaşama sevdalıdır ki, uzun bir süre sonra, bir kazada ölen bir çocuğun böbreği uyuşunca, böbrek nakli yapılır ve vücudu kabul eder yeni böbreği.
Bu dostum; büyük bir hümanist, doğa,hayvan ve insan sever, dünya barışını savunurdu. Bir Mayıslarda, dünya barış yürüyüşlerinde, protesto mitinglerinde kol-kola yürürdük onunla. Arasıra; ”eee daa daaa ne var, ne yok!” ünlemi meşhurdu dostumun. Şarköy’de yazlık almıştı, her zaman beklerim derdi. Türkiye’ye tatile gittiğinde, Şarköy’de üç ay kalırdı. Giderken de Brüksel’den iki yüz, üç yüz beyaz çöp torbası götürürdü Şarköy’e. Sabah saat yedide kalkar, küçük bir koyda denize girip yüzer, küçük sahilde ne kadar çöp varsa toplayıp, çöp torbasını, çöp aracına koyardı. Böyle bir doğaseverdi.
Zaman zaman maç izlemek için bir kahvede buluşurduk. Oranın sodası çok hoşuma giderdi. Soda söylediğimde, dibi mavili, beyaz martılı bardağımda içerdim, farketmiş bunu. Bir şiir kitabımın tanıtımına davet etmiştim, elleri arkada, yavaş yavaş salona girdi ve yanıma geldi. Nihat, kitabını kutlamağa ve şiir dinlemeye geldim dedi. Cebinden, gazete kağıdına sarılı bir şey çıkardı. Bir armağan getirdim sana lütfen kabul et diye de ekledi, tatlı tatlı gülümseyerek. Açıp baktım, o dibi mavili, beyaz martılı bardaktı armağanı. Göz göze geldik, kucaklaştık. Şiir programı başladı, selam konuşmasının ar- dından iki şiirimi, daha sonra da o dostuma adadığım şiirimi okudum. Çok mutluydu, mavi gözlerinin içi gülüyordu. Program bitiminde, öğretmen bir hanımefendi, bir soru sorabilir miyim dedi? Buyrun hanımefendi deyince; Nihat bey, adına şiir yazdığınız kişi burada mı? diye sorunca. O, oturduğu yerden ayağa kalkarak selamladı öğretmen hanımı. O öğretmen hanımın, mırıldanarak; adına şiir yazılan kişi bu muymuş dediğini duydum. Birkaç yıl sonra o arkadaşımı yitirdik. Nezir Neziroğlu için, ona adanmış şiirim…
Uykusuz Güvercin
Nezir’e
Şarköy’de bir akşam üstü
Mavisi bol gökyüzü
Yeni Rakı içtiğimizden
Şarabı bize küstü
Ganos çınaraltında
Georgios Tzeferi hayratında
Ay uzatmış boynunu
Su içiyor dağın ardından
Uçmakdere’nin buz gibi çeşmesinde
Yıldızlar
Soluklanıyordu çınar altında
Asırların çocuğu çınarın gövdesine asılı
“Yalanınızı sevdim sizlerin” tabelasını
Okuyup gülüşürken
Izgara, rakı ve iyot kokusu
Yayılırken etrafa
Bir güvercin kondu bizden tarafa
Güvercin gülümsedi
De bakalım kim bu dedi
Eee, daa daaa ne var ne yok
Anlatacak şeyler çok
Elleri dev elleri
Deniz kokar gözleri
İçi yanar susuzdur
Güvercin uykusuzdur
Sabahın sessizliğini
Sahilin pisliğini
İnsan kimsesizliğini
Siler, dürer, temizler
Güvercinim beyazdır
Onun nesli çok azdır.
0 Yorum