ZEHRA’NIN DÜNYASINA GİRİZGAH
Version française de cet article: INTRODUCTION AU MONDE DE ZEHRA
Bahçeye serdiğim beyazlar annelerin beyazı, terasa ve eve inen koku onların kokusu. Her kadın annesinin devamı, onun tekrarı. Kiminin naftalin kokusu, kiminin sandal ağacı, kiminin tülbendindeki iğne oyası. Avucunun içindeki kına, çemberin içindeki sonsuz dönüş, döne döne ondan çıkamayanı kiminin… Her kadın, annesinin ağdası; ağrılı ve çığlık çığlık yolduğu ilk ergen tüyleri…
Yeni yıkanmış çarşafları bahçeye astım. İki çomağın arasına gerdiğim naylon ipe, tahta mandallarla. Beyaz ve çiçekli, yeşil ve kuşlu çarşaflar. Rüzgar onlara değdikçe çok geçmiş, artık çok uzağına düştüğüm bir zamanın kokusu gelip, şimdiki zamana yayılıyor. Di-li ve miş-li geçmişim, geniş zaman halinde kalbimin kabuğunu çatlatıyor. Hatırlanan dünün, hatırlandığı andan itibaren artık bugüne dahil olduğunu düşünüyorum. Bu bana iyi geliyor. Geçip giden zamanın aslında şimdiye de ait olabilirliği… Hatırlanmadıkça yarına taşınırlar mı bilmem. Hatırlanmadıkça hangi zamanda kalır ve kaldıkları yerde çürürler mi? Ölüm, o geçmişten bugüne sızmamak hali mi?
Bahçeye serdiğim beyazlar annelerin beyazı, terasa ve eve inen koku onların kokusu. Her kadın annesinin devamı, onun tekrarı. Kiminin naftalin kokusu, kiminin sandal ağacı, kiminin tülbendindeki iğne oyası. Avucunun içindeki kına, çemberin içindeki sonsuz dönüş, döne döne ondan çıkamayanı kiminin… Her kadın, annesinin ağdası; ağrılı ve çığlık çığlık yolduğu ilk ergen tüyleri…
Ben bunları düşünürken Zehra geldi. Siz tanımıyorsunuz onu. Ve belki de iyi ki tanımıyorsunuz. Ama yine de keşke tanısaydınız. Onun insanı mutlu eden yokluğunu… Aya tutulan yüzünü, yüzünde asılı duran masalı. Ölümden güzel olan düşünü… Bembeyaz teniyle günü çoğaltır, geceyi aydınlatır. İnsanın içini görür gibi bakar; bütün dehlizlerinizi didik eder de posanızı çıkarıp, avucunuza koyar. Gelip oturdu mu, kalkıp gitmek bilmez. Kalır, kök salar zamana. Zamanın yerinden kıpırdamayan ağırlıdır Zehra.
Gözlerini bahçede asılı çarşaflara dikti. “Ben beyaz örtülerin bu kadar beyaz olabileceğini bilmezdim. Annem olsa, mutlaka bir kusur bulur, kendi beyazının da beyazı örtülere sarılırdı. Bana kalsa, evimizdeki sürekli sıkı sıkıya örtülü, gün ışığını, akşamın karanlığını, sokak lambalarını, sokaktan vızıldayarak geçen arabaların gölgelerini sızdırmayan, büyük çiçek desenli perdelere sarardım onu. Bana kalsa, annem de o kalın perdelerle örtünmek isterdi. Kırmızı, sarı çiçek desenlerinin ardında, kimseye görünmeden, bir çiçeğe açmayı bile düşlemeden çürümeyi seçerdi. Düş kurmamayı, ben annemden öğrendim” Dediğinde ben onun yalan söylediğini biliyordum. Çok sarhoş bir gecede bana anlattığı düşünü bildiğimi onun güzel ve kırılgan yüzüne vurmadım.
Birlikte sustuk sonra, bir süre. Aramızda durdukça gerilen sessizlikten önce o rahatsız oldu. Altına katladığı ayağını yere indirip, ayak parmaklarının ucuyla, yerde ters dönmüş terliğini düzeltip ayağına geçirdi. “Çarşaflar kurudu mu bir bakayım. Çok uzun kalmasınlar güneşte, kaskatı olurlar sonra. Ütüsü de zor olur. Sahi sen çarşafları ütülüyor musun?” derken içine çekti kokularını. “Bu koku sana da aynı şeyi mi hatırlatıyor?” “Evet” dedim. “Senin de benim de çok özlediğimizi… Gidelim mi?”
0 Comments