Yok saydıM, yok olduK!
Tokat, bazen bir ihanet, bazen bir şiddet, bazen bir hastalık kılığında gelip yüzleşmemizi sağlıyor.
Çoğu zaman o tokat sayesinde bir psikoloğun kapısı çalınıyor.
Ve psikolog der ki: «Başınıza ne gelirse gelsin, sebepsiz değildir; uyanışın olmazsa olmazı, yok saymaktan, var olmaya geçiştir.»
Karşılaştığım insanların büyük bir kısmı (tamamı demek gelse de içimden!) mutsuz beraberlikler ve evliliklerden şikayetçi.
Belçika’da ve özellikle Brüksel’de ikamet eden, Türk asıllı vatandaşların hikayelerinden yola çıkarak gözlemlediklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Aslında toplumun farklı sosyo-kültürel ve ekonomik kesiminde görebileceğimiz gibi, buradaki Türkler de değerlerini korumak ve kimlik kaybına uğramamak adına, çocuklarını uygun gördükleri bir eş ile evlendirip geleneksel yapıyı garantiye almaya çalışıyorlar.
Görücü usulü diye adlandırdığımız evliliklerin bir çoğu bu amaca hizmet ediyor. Tabii ki aralarında severek isteyerek evlenenler de var. Fakat, onların arasında görücü usulü süsü verip zorla evlendirilenler de!
Bu yazıdaki amacım evlilik (zoraki, beyaz, gri, terapötik…) veya evlendirme modellerini tartışmak değil, kaldı ki bu konularda literatürde bulabileceğiniz bir çok çalışma ve araştırma mevcut.
Benim asıl dikkatimi çeken ve kaygılandıran, bu evliliklerin nasıl sürdüğü ve ne gibi sonuçlara yol açtığı.
Bazen isteyerek, bazen zorla, bazen de evden kurtulmak adına gerçekleştirilen bu evliliklerin ortak bir kaderine şahit oluyorum hep: Mutsuzluğa göz yummak ve kaderine razı gelmek!
Görünen şu ki, sosyal, kültürel ve dini oluşumu korumak adına gerçekleştirilen bu evliliklerin sonucunda kimliklerine bir de kurban psikolojisi ekleniyor.
Daha ötesi de var, aynı kişi sadece kurban olmak veya hissetmekle kalmıyor, garip bir şekilde kurban da edebiliyor.
Mesela, kızına duygusal baskı yapıp bir yaz tatili esnasında evlendirip gelebiliyor!
Gelinine kendi kaynanasından gördüğü eziyeti yapabiliyor !
Oğlunu bir araba ve ev karşılığında köyden “temiz” bir kızla evlenmesine ikna edebiliyor.
Garip, çok garip bir döngü, bu!
Peki neden ve nasıl bu mutsuzluğa göz yumuluyor ve neden bu döngüler tekrar tekrar yaşanıyor ve yaşatılıyor?
Hipotezlerimden biri, « yok sayma » şeklinde ifade edebileceğim, korunma mekanizmamıza dayanıyor.
Kendimizi çaresiz ve umutsuz hissettiğimizde, bu « yok sayma” mekanizması sayesinde hayatımızın temel fonksiyonlarını yerine getirebiliriz. Yani sorunu yok sayarak, hayatımızı olduğu gibi devam ettirebiliriz.
İşte bu yok sayma yeteneğimiz sayesinde bir taraftan , hayatın zorluklarına karşı, ayakta kalır, günlük hayatımızı sürdürebilirken, diğer taraftan, bu yok sayma yeteneğimiz, mutsuz bir hayatı sürdürmemize de neden olur aslında.
İkili ilişkilerde, sıkça görünen bu korunma mekanizmasının nasıl çalıştığına yakından bir bakalım.
Kendimizi neye inandırmışız bir düşünelim
Ve inandıklarımızın trajedisi ile yüzleşelim.
Bir ilişki düşünün, o hayalini kurduğunuz, yuva, ev, araba, seyahatler…
İçinde bir kadın, bir erkek ve hayata geçirilmiş projeler. Görünürde her şey normal. Sonra bir bakmışız sıradanlaşan bir mutsuzluk hikayesi. Yok sayma halimizin ilk belirtisi…
Peki neyi yok sayıyoruz ?
“Birinin” bize yaşattığı haksızlıkları, küçümsemeleri, kısıtlamaları, yalanları, dayatmaları, hor görmeleri, eleştirilerini, sevgisizliğini, ilgisizliğini ve genel olarak hayata duyduğumuz heyecanı yok etmesini, yok sayıyoruz.
Genelde en yakınımızdır, en sevdiğimizdir, en güvendiğimizdir, emanet edildiğimizdir, bize bu zararı verebilecek kişi. Ona kıymaktansa kendimize kıyarız, duygusal şiddeti kendimize çeviririz, suçluluk duygusu büyürken, gözümüze usul usul perde inmeye başlar.
Peki neden yok sayıyoruz?
Çünkü biz kadınlara, ‘yuvayı dişi kuş yapar’ dediler, ‘kürkçü dükkanına döner’ dediler, ‘her başarılı erkeğin arkasında kadın var’ dediler, ‘gelinliğinle çıkar kefeninle dönersin’ dediler, ‘sever de döver de’ dediler, ‘amaaan erkeğin elinin kiri’ dediler, ‘sabret sevaptır’ dediler, biz de yuttuk!.
Çünkü sana, ‘erkek adam ağlamaz ‘dediler, ‘sarsılmaz, duygularını göstermez, evine ekmek getirir, dik durur, eğilmez bükülmez, kadının namusuna sahip çıkar, erkek adamın erkek evladı olur, kızını dövmeyen dizini döver’ dediler.
‘Senin o elinin kiri, kadının alnındaki lekedir’ dediler, senin de işine geldi!
Velhasıl, ikisi de onlara biçilen rolleri fevkalade oynadı.
Ta ki zamanı gelinceye kadar.
Tabi nasıl bir tokat atacağına hayat karar veriyor.
Tokat, bazen bir ihanet, bazen bir şiddet, bazen bir hastalık kılığında gelip yüzleşmemizi sağlıyor.
Çoğu zaman o tokat sayesinde bir psikoloğun kapısı çalınıyor.
Ve psikolog der ki: « Başınıza ne gelirse gelsin, sebepsiz değildir; uyanışın olmazsa olmazı, yok saymaktan, var olmaya geçiştir.»
0 Comments