RENKLİ TOPLUMLARDA EĞİTİM
Version française de cet article: Entretien avec Orhan Ağırdağ : l’éducation en société multiculturelle
- Sadece şiş kebap değil, frit& mayonez de aynı şekilde etnik!
- Öğretmenlerin başarısızlık beklentisi, başarılı olabilecek öğrenciyi de başarısız yapıyor
- Müslüman okuluna daha açılmadan engel olmak, anayasa ile dalga geçmek demek!
- Kendi okullarınızı kurun!
- Kültürel refranslar öğrenmeyi kolaylaştırıyor
- Renkli toplumda Renk Körlüğü Yaklaşımı: Kimliği yanlış tanıma, ayrımcılık ve gurur duyulan özellikleri inkar etme
- Geçmişiniz değil, geleceğiniz önemli yaklaşımı bir ilüzyon!
- Sadece farklılıklar değil, benzerliklerimiz de önemli
- Ortak çözüme toplumların kendi katkısı
Doğru bildiğimizi sandığımız yanlışlar, hiç bilmediklerimiz ve yeni kavramlarla çok kültürlü, çok renkli toplumlarda eğitim sorunları ve çözüm önerileri:
-
- Renkli Toplumlarda Eğitim kitabı, onlarca farklı dil ve kültürden çocuklara, gençlere; bir okulda, bir sınıfta eğitim-öğretim vermeye çalışan okul yönetimleri ve öğretmenlere, bu farklılıkları eğitim başarısını yükseltmek için kullanabilecekleri bir yaklaşım ve çok sayıda örneklerle dolu ciddi bir kılavuz kitabı. Aynı zamanda çocuklarını ana dil ve kültüründen farklı bir dil ve kültür içinde yetiştiren ebeveynlere, sadece anne-baba olarak değil, toplumsal bir grup olarak eğitime yatırım yapmaları ve kendi okullarını kurmaları çağrısı niteliğinde.
2.Dünya savaşından itibaren göç olgusunu kendi topraklarında daha görünür bir şekilde yaşayan Avrupa ülkeleri, ‘multi-kültürel’den, inter-kültürele, divers-çeşitli’den son günlerde de süperdivers- süper çeşitli bir toplumsal yaşama evrildi. Toplumbilimciler, siyaset bilimciler bu süper çeşitli toplumsal yaşamın organizasyonu ile ilgili kafa yorarken; eğitimcilerin, bu alanda araştırma yapan bilim adamlarının bu gerçekliğin dışında kalması düşünülemezdi.
Kendisi de bu renkli eğitim sisteminin içinden çıkmış ve bugün Katolik Leuven Üniversitesi (KU Leuven) Psikoloji ve Pedagojik Bilimler Fakültesi’nde Kıdemli Hoca olarak çalışan Prof. Dr. Orhan Ağırdağ, yazdığı “Renkli Toplumlarda Eğitim” kitabıyla, çok kültürlü toplumda yaşanan eğitim sorunlarını, bu çok kültürlülüğe, çok dilliliğe nasıl bir yaklaşımla, eğitimin organize edilmesi gerektiğini, bilimsel araştırmalar ışığında sunuyor.
Renkli Toplumlarda Eğitim kitabı, onlarca farklı dil ve kültürden çocuklara, gençlere; bir okulda, bir sınıfta eğitim-öğretim vermeye çalışan okul yönetimleri ve öğretmenlere, bu farklılıkları eğitim başarısını yükseltmek için kullanabilecekleri bir yaklaşım ve çok sayıda örneklerle dolu ciddi bir kılavuz kitabı. Aynı zamanda çocuklarını ana dil ve kültüründen farklı bir dil ve kültür içinde yetiştiren ebeveynlere, sadece anne-baba olarak değil, toplumsal bir grup olarak eğitime yatırım yapmaları ve kendi okullarını kurmaları çağrısı niteliğinde.
Bir ülkenin geleceğini organize eden eğitim sistemi ile ile ilgili karar verici olan parlamento, hükümet ve siyasetçiler ise kitapta pek de yer alamamış maalesef. Kitapta eksikliğini hissettiğim bu konu ise Prof. Orhan Ağırdağ’ın bir parça umudunu kestiği Flaman politikacıların eğitimde çeşitlilik, renkliliğe negatif yaklaşım ve anayasa ile garanti altına alınmış olan eğitim hakkının, politik nedenlerle gasp edilmesinin yarattığı hayal kırıklığı ile açıklanabilir.
Son olarak doğru bildiğimizi sandığımız bazı tanımların yanlışlığını şaşırtıcı bir şekilde okuduğum “Renkli Toplumlarda Eğtim” kitabı hakkında Prof. Orhan Ağırdağ ile uzun bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşinin ilginç bölümlerini direkt okumak için röportajın başındaki içerik linklerine tıklayabilir ve o bölümleri hemen okuyabilirsiniz.
Sadece şiş kebap değil, frit& mayonez de aynı şekilde etnik!
Prof. Ağırdağ, kitabın önsözünde “Minik Jan öğrenmediği bir şeyi bilemez. Ama Öğretmen Jan kendisinin bilmediği şeyi, Emma ve Adil’e hiç öğretemez” diyor. Bu cümle ile Ağırdağ, sorunun öğretmenlerle ilgili boyutunu anlatıyor. Prof. Orhan Ağırdağ bunu şöyle açıklıyor: “Belçika’da öğretmenlik okullarında, geleceğin öğretmenlerini; çok farklı kültür, dil ve etnik gruplardan öğrencilerin bulunduğu sınıflara hazırlayacak hemen hemen hiçbir kaynak kitap olmadığını fark ettim. Geleceğin öğretmenleri bir kimliği dayatmakla, bir kimliğe değer vermek arasındaki farkı bilmeli. Asimilasyon, farklılıkları yadsıma, kültürlerarası yaklaşım, çokdillilik, vs. bu kavramları bilmeli diye düşünüyorum. Maalesef bu alanda bilimsel çalışmalarla desteklenmiş hemen hemen bir hiçbir ders materyali, kaynak kitap yok. Bu anlamda öğretmenlere ders verdikleri çok renkli sınıflarda kılavuz olması için bu kitabı yazdım.”
“Renkli Toplumda Eğitim” kitabı öncelikle renkli ile neyi kastettiğimizi açıklamakla başlıyor. “Etnik kimlik genelde Avrupa ülkelerinde kastedildiği gibi egzotik ülkelerden gelenler için geçerli bir kavram değil. Nasıl Türkiye’den gelenler ya da Afrika’dan, Asya’dan gelenler için etnik kelimesini kullanıyorsak aynı şekilde yerli Belçikalı için de etnik kelimesi geçerli. Bu tanımlamaların neden önemli olduğunu Prof. Ağırdağ şöyle açıklıyor: “ Ne hakkında konuştuğunuzu bilmek ve sorunun gelişimini ölçebilmek için bu tanımlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Etnik grubu örneğin belirli bir yerden gelen insanlar grubu diye tanımlarsanız, tüm siyahiler bir etnik grup oluşturur ya da tüm göçmenler bir etnik grup oluşturabilir veya belirli bir dili konuşan gruplar bir etnik grup olarak tanımlanabilir. Fransızca konuşanlar, Flamanca konuşanlar ya da Türkçe konuşanlar…Tüm bunlar etnik kimliğin katmanları. Yani etnik deyince sadece şiş kebabı anlamamak gerek, frit ve mayonez de aynı şekilde etnik!” diyen Prof. Ağırdağ kitabında etnik kimliği 4 farklı katmanı ile birlikte ele alıyor: milliyet, anadil, din ve ırk. Ağırdağ, “Hepimizin bir etnik kimliği var ve etnik kimlik belirleyici olabilir. Neye göre etnik kimliği tanımlarsanız ona göre sorunu inceler ve sorunun takibini yaparsınız. Örneğin araştırmalarımı yaparken, etnik kimliği geldiği ülke diye belirlemişsem, büyük anne babanın geldiği ülke şeklinde tanımlıyorum ya da anadil ise evde konuşulan dile bakıyorum. Bu şekilde farklı etnik grupları doğru bir şekilde sınırlayabilirsiniz. Tüm bu tanımlamalar sorunun takibi için önemli” şeklinde açıklıyor.
Öğretmenlerin başarısızlık beklentisi, başarılı olabilecek öğrenciyi de başarısız yapıyor
“15 Yaşındaki bir Türk genci eğitimde, yaşıtı olan bir yerli Belçikalı gençten yaklaşık 2 yıl daha geride kalıyor. Bu bir sorun ve bu sorunun oluşmasına neden olan bir mekanizma var. Bu mekanizma; bazı gruplar, insanlar hakkındaki önyargılarınızla, belirli bir toplulukla ilgili sterotiplerinizle, ayrımcılıkla ve düşük beklentilerle ilgili” diyen Ağırdağ, kitapta tüm bu faktörleri bilimsel araştırmaların ışığında tek tek ele alıyor. Özellikle Türk toplumunun sık sık karşılaştığı “öğretmenlerin yabancı kökenli çocukları sık sık meslek eğitim bölümlerine yönlendirmeleri yani yabancı öğrencinin başarısı konusunda düşük beklentisinin doğurduğu sonuçları“ Prof. Ağırdağ şöyle açıklıyor: “Bu düşük beklentiler eğitimde son derece öldürücü sonuçlar doğuruyor. Bir öğretmen bir öğrencisinin başarı düzeyi ile ilgili düşük bir beklentiye sahip olduğunda, bu durum; o öğretmenin ayrımcılık yapması ya da o öğrenciyle ilgili önyargılarından dolayı gerçekleşmiyor. Daha önce bir Türk öğrencisi olan bu öğretmen, o öğrenci ile deneyiminden bunu öğreniyor ve yeni bir Türk öğrenci ile karşılaştığında aynı düşük başarı beklentisiyle karşılık veriyor. Bu düşük beklentiler her zaman kötü niyetten kaynaklanmıyor. Öyle bir deneyim ediniyor ve bu deneyimden öğreniyor, öğretmen de. Tam da işte bu nedenle, böyle kendiliğinden, doğal bir şekilde ve hiçbir kötü niyet olmadan “ farklı köken, dil ya da etnik gruba ait bir öğrenciden düşük başarı beklentisi” son derece etkili oluyor ve yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Çok ince detaylar var örneğin; sınıfta kimlere sıkça söz veriliyor, kimlerin derse katılımı daha sık teşvik ediliyor, kimler daha çok azarlanıyor, kimler en çok ceza alıyor, kimler en çok “aferin” alıyor, vs… Bu kadar ince ve küçük detaylar olabilir. Bunların çok mu önemi var? Evet var! Bu davranışa bir kez maruz kalmıyorsunuz, bir yıl boyunca günde 8 saat geçirdiğiniz bir okul ortamında gerçekleşiyor ve birikiyor. Sonunda öğrenci “öğretmenim bana güvenmiyor, yapabileceğime, başarabileceğime inanmıyor” duygusuna kapıldığı anda, derse katılmakta çekingen davranıyor, parmak kaldırıp söz almakta geri kalıyor ve “yapamam, başaramam” hissine kendisi de kapılıyor. Bu kısır döngü öğrencinin başarısını da aşağılara çekiyor.”
Eşitsizlik Çarkı
Prof. Dr. Orhan Ağırdağ, sadece Belçika ve Hollanda’da değil, dünyanın değişik ülkelerinde de yapılan 206 bilimsel araştırmadan sunduğu örneklerle, sorunun sistematik boyutunu da ortaya koyuyor. Bunun yanında sahada/okullarda karşılaşılan ince örnekleri de vererek, pek çoğumuzun yaşadıklarına ayna tutuyor. Yönetsel kademelerde yer alamayan, karar vericiler arasında bulunamayan azınlık grupların “eşitsizlik çarkı” içinde eğitim başarılarının nasıl düştüğünü gözler önüne seriyor. Belçika politik sisteminden sorunun çözümüne dair umudunun kırıldığını açıklıkla ifade eden Prof. Dr. Orhan Ağırdağ, dünya görüşü, yaşam tarzı, inancı ya da kökeni farklı azınlık gruplarının, Belçika eğitim sistemi içinde yer alan kendi okullarını kurmalarını salık veriyor.
“Etnik köken farkı nedeniyle daha düşük başarı beklentisinin temelinde de aslında “ırkçılığın sosyal sistemi”nin yattığını görüyorsunuz. Irkçılık ayrımcılıktan farklı bir kavram. Irkçılık tıpkı kapitalizm, komünizm gibi bir ideoloji ve gücün paylaşıldığı bir sistem. Kimin daha yüksek bir seviyede, kimin daha alçak bir seviyede duracağını, kimin üstün kimin düşük olduğunu belirleyen bir sistem. Tarihsel olarak baktığınızda, beyaz olan, açık tenli olan genellikle gücü elinde tutan kesim olmuş. Bu durum üçüncü dünya ülkelerinde böyle ama Türkiye’de bile Beyaz Türk kavramı var, örneğin! Yani ırkçılık evrensel bir sistem. Bu sistem sterotipleri, önyargıları beraberinde getiriyor. Toplumda kimin, hangi güç konumlarını elinde tuttuğuna bakarak bu sistemi okuyabilirsiniz. Bu sadece eğitim sektöründe değil, adalet, istihdam, medya,.. her yerde aynı. Amerika ve Hollanda örneklerini iyi biliyorum ve bunların hiçbirinde Flaman Bölgesi’nde gördüğüm kadar elit beyaz bir kesimin varlığına şahit olmadım. Flaman Bölgesi’nde ama tüm Belçika’ya da yayabiliriz; güç belirli bir beyaz elitin elinde bulunuyor. Bu belirli bir mekanizmayla da hep kendini yineliyor. Eğitim sektöründe de durum aynı.”
Müslüman okuluna daha açılmadan engel olmak, anayasa ile dalga geçmek demek!
Prof. Orhan Ağırdağ, eğitimde güç pozisyonlarının yani yönetim ve karar verici kadrolarda çeşitliliğin sağlanması için politik bir çaba olmadığı gibi tam tersine, azınlık grupları eğitim alanından uzak tutmak için anayasal- kurumsal bir ayrımcılığın var olduğunu vurguluyor: “Bu ülkenin anayasasında eğitim özgürlüğü maddesi var. Bu madde ile vatandaşlar kendi okullarını kurabilir ve bu okullar kamu okulları ile aynı şekilde devlet tarafından finanse edilir. Bu haktan dolayı ülkedeki öğrencilerin %60-70’i Katolik okullarında okuyor. Bu okullar Katolik değerlerine göre eğitim veriyor, kendi kiliseleri olan bir cemaatleri var. Bu okullar diğer devlet okulları ile eşitler ve herkesin bu şekilde okul kurma hakkı var, bu ülkede. Ama geçtiğimiz yıl Genk’te Türk Toplumu’ndan bir grup İslami okul açmak istedi. İçişleri Bakanı Jan Jambon, o zaman bu okulun açılışını engelleyeceği açıklaması yaptı. Kusura bakmayın ama bu davranış, resmen anayasa ile dalga geçmek demek! Yani anayasal haklar, belirli bir grup için geçerli ama bazıları için değil! Üstelik bunu söyleyen bir bakan ve yürütme organını temsil ediyor. Bu ülkede yürütme organı eğitime karışamaz! Yasama organı olan parlamentonun bile eğitimle ilgili bir karar alabilmesi için 3’te 2 çoğunluğunu sağlaması lazım. Buna rağmen belli ki yöneticiler, konu Müslümanlar ya da Müslüman okulu olunca ; “bu okulun açılmasını engelleyeceğiz” diyebilme hakkını hissediyor kendilerinde. Henüz bir neden yok ortada ama bir neden buluruz açtırmamak için! Bu okul henüz açılmamış, henüz bir hata yapmamış ya da suç işlememiş ama biz önlem olarak okulun açılmasını engelleyeceğiz! Aynı olay Mechelen’de Fas toplumunun başına da geldi. İslami okul kurmaları, politik yollarla engellendi. Farklı topluluk gruplarından okul yöneticilerini bu şekilde engellerseniz, ne renkli, ne de az renkli okul yöneticilerine sahip olabilirsiniz!
Başka bir düzeyde düşünelim: mesela kimler öğretmen olabilir? Pek çok okulda başörtüsü yasağını biliyoruz. Bunun anlamı; vergisini ödeyen bir Müslüman olarak eğitimin finansmanına da katkıda bulunuyorum ve eşit bir şekilde faydalanmam gereken eğitim hakkından faydalanamıyorum. Çünkü ne kendi okulumu açabiliyorum, ne de dini kimliğimi saklamadan bu okullarda çalışabiliyorum! Örneğin İngiltere’de okulda başörtüsü yasağından bahsetseniz size gülerler. Çünkü İngiltere’de başörtüsü ile okula gidebildiğiniz gibi öğretmen de olabilirsiniz, hatta polis memuru ya da hakim bile olabilirsiniz. Çünkü orada insanlar sizin dış görünüşünüzün sizin kapasitenizi engellemediğinin bilincindeler. Eğer hem okul yönetimlerinde hem de öğretmen olarak bir dışlama mekanizması yaratır ve bunu da anayasa ile desteklerseniz, o zaman Belçika’da eğitim sistemindeki eşitsizliğin dünyanın diğer ülkelerinden çok daha büyük olması sizi şaşırtmaz. Çünkü güç kademelerinde yani yönetim ve karar verme pozisyonlarında sürekli olarak belirli bir grubu dışlıyorsunuz. Yani Belçika’da konu sadece belirli grupların üst kademelerde yer alabilmesi için hedef rakamlar belirlenmemesi değil, daha da kötüsü sistematik olarak bu kademlerden uzak tutulması , dışlanması” diyor Porf. Ağırdağ.
Kendi okullarınızı kurun!
Genk’te açılmak istenen İslami okul ile ilgili olarak, Flaman toplumunda bu okullarda radikal İslam eğitimi verilmesine dair bir korkunun olduğunu vurguladığımda ise, bu okullardan mezun olanların, içinde yaşadıkları topluma entegrasyonunun diğer okullardan daha yüksek olduğu bilgisini veriyor: “Hollanda’da yapılan araştırmalar bu İslami okullardan mezun olanların sadece eğitim başarısı anlamında değil, entegrasyon anlamında da benzer okullardan çok daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor. İstisnalar yok mu? Tabii ki var. Bu okullardan birinde verilen eğitimde sıkıntılar görüldü ve o okul finansmanını kaybetti. Çok da doğru yapıldı. Hangi görüş, inanç ya da toplumsal grup olursa olsun farketmiyor, eğer verilen eğitimde bir yerlerde yanlış var ise, verilen eğitimin sonunda toplumsal olarak belirlenmiş eğitim-öğretim amaçlarının dışına çıkılıyorsa, anında müdahale edilmeli. Bu durum sadece İslam okullarında değil, örneğin aşırı milliyetçi, aşırı sağ bir beyaz okulda da gerçekleşebilir. Tabii ki bu durumda son derece sert önlemler alınmalı. Finans kaynakları kesilmeli. Ama bir okul daha açılmadan engellemek çok başka bir durum. Ve bu gerçekleşti bu ülkede. Anayasada özgür eğitim hakkı var ve önceden (preventif) önlemler alınması da yasak. Yani anayasaya göre bir okul açılmadan önce ve henüz bir sorun oluşmadan önce müdahale edemezsiniz. Sorun burda. Hangi ideoloji olursa olsun okullarda radikal düşüncelerin yayılmasına karşıyım ve bu durumda sert önlemler alınması taraftarıyım. Yine tam da bu noktada aslında finanse ederek bu okulları daha iyi denetim altında tutarsınız. Eğer radikalleşmeyi engellemek istiyorsanız okul bu konuda bir araç olabilir sizin için” diyor Prof. Ağırdağ.
Toplumun içinde olmadığı eğitim projeleri, sınırlı başarı elde diyor. Toplumsal bir amaçla kurulan okullarda, çalışan öğretmen de sabah dokuz, akşam beş işi yapmıyor. Daha istek ve bağlılıkla yapıyor işini. Tıpkı Köy Enstitülerinde olduğu gibi. Orda da toplumsal bir amaç vardı ve çok başarılıydı. Çok renkli toplumlarda da farklı renklerdeki toplulukların, sadece dini değil, farklı ideolojiler, örneğin çevreci, feminist gibi farklı düşünce ya da yaşam biçimlerine ait toplulukların kendi okullarını kurmaları, çocukların eğitim başarılarında son derece faydalı olur. . Tabii bu okulların yönetim ve öğretmen kadrosunun da karma olması lazım. Sadece kendi toplumsal grubundan ya da inanç, görüş grubundan değil, okulun eğitim projesine inanan herkesi kapsamalı” diyor.
Ağırdağ kitabında da ele aldığı bu konuda aslında “ içinde bulunduğu toplumun çeşitliliğini öğretmen, yönetici ve öğrenci seviyesinde de yansıtan okullarla, eğitimde varolan eşitsizlik çarkının bir dişlisinin kırılacağını ifade ediyor. Diğer taraftan bu okullarda kendi toplumsal grubundan öğretmenlerin varlığı, öğrenmede son derece önemli olan, öğrencinin geçmişinden, kültüründen, dilinden vs. örnekler ve ders materyallerinin de var olmasını sağlıyor. Toplumsal projelerle açılan okullarda, sterotipler, önyargılar, düşük başarı beklentisi ve ayrımclık gibi eğitim başarısını düşüren unsurlar da minimalize edilmiş oluyor. Tabii öğrencinin kendini okulda yabancı hissetmemesi, diline, kültürüne pozitif yaklaşım da başarıyı etkileyen faktörler arasında yer alıyor.
Kültürel refranslar öğrenmeyi kolaylaştırıyor
Eğitimin temel yapı taşlarından birinin ‘ders materyallerinde ya da örneklerde kültürel refanslar verilmesi’, olduğunun altını çizen Ağırdağ, bunu şöyle açıklıyor: “İyi bir eğitim her zaman varolan önbilgilere dayanır. Yeni bir bilgiyi öğrenirken, bu bilgiye destek sağlayabilcek ön bilgileriniz varsa, daha avantajlı olursunuz. Bu önbilgiler de her zaman kültürel olur. Örneğin coğrafya dersinde farklı yerleşim birimlerini öğrenirken, kasaba ve şehir arasındaki farkı Kayseri ve Emirdağ örneğini vererek anlatırsanız, bu kültürel referanslara sahip öğrenci konuyu daha çabuk anlar. Benim istatistik dersinde yaşadığım bir örnek var bu anlamda: Normal dağılımı anlatırken hoca, paskalya çanına benziyor demişti. Flamancası paasklok. Klok(saat) denince ben duvardaki zamanı gösteren bir saati anlıyordum. Normal dağılım ile saat arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramamıştım. Çünkü paskalya çanı, katoliklerin bildiği bir obje ve ben bu obje ile normal dağılım arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramamıştım. Bunu anlamak çok zamanımı aldı. Benzer şekilde ders materyallerinde ya da sınıf içi örneklerde, açıklamalarda çok kültürlü, çok renkli öğrenci varlığı da dikkate alınarak ders verildiğinde, okuldaki başarı düzeyi artıyor. Çok kültürlüğü dikkate alan ve aktif bir şekilde eğitimde kullanan bu yaklaşım, çocukların eğitimde başarılı olmalarını çok pozitif etkileyen bir yaklaşım. Bu öğretme methodu, çocuğun kendini okulda iyi hissetmesinden çok daha etkili. Eğer okulda belirli bir grup öğrencinin kültürel refanslarını – ön bilgisini yok sayarsanız, bu öğrenciler diğerlerinden daha başarısız olurlar. Bunu yapabilmek için ille de o kültürden gelmek gelmiyor. Ama o kültürleri çok iyi bilmek gerekiyor. Brüksel’e baktığınızda en büyük sorunlardan biri: Brüksel’deki öğretmenlerin çoğu Brükselli değil. Bu yüzden de sıklıkla da yanlış anlamalar yaşıyorlar. Bu anlamda Brüksel’de aslında öğretmenlerin Brüksel içinden olmalarını sağlamak lazım. Hatta yabancı kökenlilerden öğretmen çalıştırmak lazım. İslami okulların başarılı olmasının en büyük sebebi bu. Yönetim ve öğretmen kadroları son derece renkli, çeşitli ve öğrencilerinin kültürel referanslarını tanıyor ve ona göre ders materyali ve örnekler veriyorlar. ”
Renkli toplumda Renk Körlüğü Yaklaşımı: Kimliği yanlış tanıma, ayrımcılık ve gurur duyulan özellikleri inkar etme
Hem toplumsal yaşamda hem de okullarda farklıklara, çeşitliliğe yaklaşımın 3 yöntemi olduğunu anlatan Ağırdağ, bu yaklaşımlar arasında; “farklılıkların bir önemi yok, ortak geleceğimiz önemli” şeklinde ilk etapta poziitif gibi görünen “ renk körlüğü yaklaşımı”nı da merak edip kendisi ile detaylı bir şekilde ele aldık. “ Farklılıklarla yaklaşımda 3 yöntem var: Asimilasyon, multi-kültüralizm ya da inter-kültüralizm ve farklılıkları görmezden gelme- tarafsız olma şeklinde ifade edebileceğimiz, renk körlüğü yaklaşımı. “Farklılık diye bir şey yok herkes benim gibi olmak zorunda derseniz bu asimilasyona girer. Bunun tam tersini söyler ve “farklılıklarımız var bu farklılıkların olması son derece iyi, değerli ve bu farklılıklar bizi güçlendiriyor”, derseniz bu da multi-kültüralizm ya da inter-kültüralizm yaklaşımına girer. Bunların arasında renk körlüğü diye tanımladığımız bir seçenek daha var: Farklılıklara karşı değilsiniz, farklılıklar varolabilir ama bunu çok da önemli görmüyorsunuz.Bir öğrenci siyahi mi, beyaz mı, görmüyorum, benim için önemli değil, tamamen tarafsız yaklaşıyorum diyorsanız, çok renkli bir toplumda renk körlüğünü tercih etmiş oluyorsunuz.
Geçmişiniz değil, geleceğiniz önemli yaklaşımı bir ilüzyon!
Renkli toplumlarda renk körlüğü yaklaşımı, “ kökeni, geçmişi ne olursa olsun herkes aynı, geçmişi değil geleceği önemli” şeklinde pozitif bir yaklaşımmış gibi formüle edilse de aslında sonuç olarak farklı etnik, dil, kültürlerden gelen insanların kimliklerinin eksik ya da yanlış tanınması ve karşılaştıkları ayrımcılık, ırkçılık gibi toplumsal sorunların da görmezden gelinmesi, inkar edilmesi gibi bir sonuca yol açıyor. Renk körlüğü yaklaşımı her ne kadar iyi niyetle ve aslında ayrımcılığa karşı bir yaklaşımmış gibi uygulansa da maalesef ayrımcılığın tespit edilememesi ve hatta inkar edilmesine kadar varıyor. Bu anlamda bir ilüzyondan ibaret! Çünkü ne kadar ben tarafsızım, farklıkları görmüyorum deseniz de o farklılıklar var! Ve bu farklılıkları çok erken yaşlarda farkediyoruz. Bebeklerde göz kontağı ile yapılan bilimsel araştırmalarda, 6-7 aydan itibaren ten rengi, kaş, göz, yüz yapısı gibi ırksal farklılıkları farkettikleri ve ayırt edebildikleri kaydediliyor. 4 -5 Yaştan itibaren ise çocukların ırksal farklılıklarla ilgili sterotipleri de anladıkları ve buna göre tercihler yaptıkları gözlemleniyor. Yapılan araştırmada siyahi çocukların bazen, kendisine benzeyen siyahi oyuncak bebeği değil, beyaz oyuncak bebeği tercih ettiği gözlenmiş. Çünkü siyahın kötü olduğu gibi bir sterotip edinmiş. Benimle ilk defa karşılan biri, bir kaç saniye içinde benim erkek olduğumu, Orta Doğu ülkelerinden birinden geldiğimi, ten rengimin koyu olduğunu, saç rengimi vs. hemen farkeder. Ben beyaz değilim. Ama aynı zamanda ben Türk olmaktan gurur da duyuyorum ve çocuğuma Türkçemi de aktarmak istiyorum. Farklıklar var ama önemli değil, görmezden geliyorum derseniz, benim bu gururumu da görmezsiniz. Aslında bu yaklaşımla iki konuyu ihmal edersiniz: 1- .Benim gurur duyduğum kültürel özelliklerimi de görmezden gelir ve inkar etmiş olursunuz. 2- Benim ayrımcılığa maruz kaldığımı da görmezden gelir ve inkar edersiniz. Dilim, kültürüm, tarihim, mizahım, sanatım,… hepsi önemli birer parçam benim ve bunlar önemsiz diyemezsiniz. Renk körlüğü ya da kültür körlüğünü tercih ederseniz; benim farklılıklarıma pozitif bir değer de vermemiş olursunuz. Sonuçta da aslında renk körü falan da değilsinizdir çünkü sadece ve sadece bir etnik grupla ilgileniyorsunuzdur. Çünkü okula gittiğinizde edebiyat ve tarih öğrenirsiniz, belirli bir dil kullanırsınız, sadece bu dil azınlıkların dili olmaz. Renkli toplumlarda renk körlüğü; aslında azınlık toplumların kimliklerini yanlış tanıma ve aynı zamanda onların yaşadıkları ayrımcılık ve gurur duydukları özelliklerine de yer vermemeniz anlamına gelir.
Ayrımcılığın tespit edilmesine engel teşkil ediyor
Renk körlüğü yani; rengin, dilin, inancın, geldiğin yer önemli değil yaklaşımı ayrımcılığa karşı bir ilkeymiş gibi gözükse de, ayrımcılığın farkedilmesi tespit edilmesi anlamında kapasitesi son derece düşük olan bir yaklaşımdır. Amerika’da yapılan bilimsel bir araştırmada, bir sınıfın öğrencileri rastgele iki gruba ayrılmış. Birinci gruba renk körlüğü içeren bir tekst verilmiş. Bu tekstte ‘kökeniniz, nerden geldiğiniz önemli değil, hepimiz Amerikalıyız. Geçmişiniz değil, geleceğiniz önemli. Yeterince çalışır ve çaba sarfederseniz bir Amerikalı olarak başarılı olursunuz” deniyor. İkinci gruba multi-kültürel bir tekst veriliyor: “Hepimiz farklıyız. Siyahi Amerikalılar var, İspanyol Amerikalılar var. Bu farklılıklarımız bizi güçlü kılıyor, bu farklılıklar mozayiği bütünü güçlü kılıyor” deniyor. Ardından bu iki grup öğrenciye, bir çocuğun yaşadığı ırkçı, ayrımcı bir durum izlettiriliyor ve bu iki gruba da filmde ne gördükleri ve nasıl bir reaksiyonda bulunacakları soruluyor. Renk körü bir tekst okuyan birinci grup, olayı küçük bir sorun olarak görüyor, ayrımcılık olarak tanımlamıyor bile ve durumu öğretmene bildirme gereği de duymuyor. Mülti-kültürel tekst verilen ikinci grup ise “ bir çocuk ayrımcılığa uğradığını ifade ediyor ve harekete geçip durumu öğretmene bildiriyor. ”Renk körü yaklaşım, problemleri tespit etmeye engel oluyor. Sonuçta bir öğretmen olarak iyi niyetli bir şekilde ‘öğrencinin kökeni benim için önemli değil’ diyebilirsiniz ama pratikte aslında kökeni farklı olan çocuğa daha az söz hakkı verirsiniz ve bunu farketmezsiniz bile.
Sadece farklılıklar değil, benzerliklerimiz de önemli
Prof. Ağırdağ renkli toplumlarda eğitime yaklaşımın farklılıkların ifade edilemesi, bu farklılıkların toplumu, eğitimi, sınıfı daha da güçlendireceğinin farkedilmesi ve uygulanmasının okuldaki öğrencilerin başarısını olumlu yönde etkileyen faktörler olduğunun altını çiziyor. Ancak farklılıkların yanı sıra benzerliklerin de farkedilmesi ve bu benzerliklere de yer verilmesi, önemli diyor. “Farklılıklarımız kadar benzerliklerimiz de var. Hatta benzerliklerimiz belki de daha çok. Türk kökenli bir öğrenci ile yerli Belçikalı bir öğrencinin pek çok ortak yanları, benzerlikleri, ortak kimlikleri var. Her şeyden ikisi de öğrenci mesela. Brükselliler ya da Gentliler mesela. Çok değerli olan farklılıklarımızın ifade edilmesi, değer verilmesinin yanında bu ortaklıklarımızın da öne çıkarılması ifade edilmesi de eğitim başarısı için önemli unsurlar.
Farklılıklar zenginlik ve bu zenginlik okulun bir gücü olarak kullanılmalı (empowering)
‘Renkli Toplumlarda Eğitim’ kitabında Prof. Orhan Ağırdağ’ın ele aldığı konulardan biri de okul yönetimi düzeyinde; farklılıkların eğitimde başarıyı yükselten birgüç (Empowering) olarak kullanılması. Öğretmenler odasından konuşulanlardan genel bir örnekle açıkladığı yaklaşım farkı ise şöyle: “Okulumuzun öğrencileri dezavantajlı ailelerden geliyor, bu yüzden bu öğrenciler zor konuları anlamakta güçlük çekiyor” yerine “ Okulumuzun öğrencileri dezavantajlı ailelerden geliyor olabilir. Okul olarak biz onları nasıl avantajlı konuma getirebiliriz” olmalı. Ya da “Öğrencilerimizin dil sorunları var, evde Flamanca konuşulmuyor, ne yapabiliriz ki!” yerine “ Bu dil sorunlarını aşmak bizim göremiz” olmalı. Ağırdağ, evde farklı dil konuşulmasını bir eksiklik olarak değil, bir artı olarak görmenin multi-liguistik ve mülti-kültürelliğe pozitif yaklaşımla okulun başarısında bir avantaj olarak kullanılacağını, örnekleriyle açıllıyor, kitapta.
Ortak çözüme toplumların kendi katkısı
Toplumların yaşanılan ayrımcılığı kendilerinin de içselleştirdiğinin altını çizen Prof. Ağırdağ, Türk Toplumu’ndan verdiği örneklerle konuyu şöyle açıklıyor: “ Orta sınıftan, eğitimli bir aile, çocuğunu Türklerin pek de fazla olmadığı bir okula göndermek ister. Bu bir gerçeklik maalesef. Biz kendi yaşadığımız ayrımcılığı öyle içselleştiriyoruz ki, kendi içinden çıktığımız topluma kendimiz de ayrımcı davranıyoruz. Bu büyük bir sorun. Bazı bakışların pozitif değil bir küfür olduğunu anlamamız lazım. -Aaa sen hiç Türk’e benzemiyorsun- dediğinde aslında size küfür edildiğini, gurur duyulacak bir şey olmadığını anlamamız gerekiyor. Bu gurur duyulacak bir şey değil. Benim çocuğum hiç Türk’e benzemiyor diye gurur diyen insanlar var! Belirli bir birikime sahipseniz aslında o toplumun önderliğini yapmanız gerekiyor. Sosyo-ekonomik düzeyi gelişmiş yabancı kökenli grupların, bir sınıf olduğunun bilincine varıp, sorunları çözmek için çaba sarfetmesi lazım. Bu grup içinden çıktığı topluma, “ biz bu toplumdan geldik, bu toplum bizim” demeli ve kendi bilgi ve birikimini bu toplumun faydasına kullanmalı artık. Bunlar geri kalmış, buraya uyum sağlayamamış hala, dil öğrenememiş ve bunlar Tayyipçi vs. vs. ile toplumu eleştirmekten vazgeçelim artık. Bu toplumla artık bir bağ kurmamız ve kendi birikimizi toplumun faydasına kullanmamızın zamanı geldi de geçiyor bile.”
0 Yorum