Ortak gelecek, ortak geçmiş?
Foto:© Anja Hellebaut
Nederlandse versie van dit artikel: Gedeelde toekomst , gedeeld verleden?
Version française de cet article: Un avenir partage un passe partage?
“Şimdiki bölüm seninle ilgili minik Mehmet?” Kötü niyetli değildi, ama bu; sessizliği sonradan katlanılabilir hale getirmedi. Tam da tüm inancımla 16. yüzyılı anlatırken, Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman’dan da söz ederken ve otuz iki dişimle gülümseyerek baktığım, yüzü kıpkırmızı olmuş minik Mehmet, kafasında : “Öğretmene göre bu benimle ilgili, yani diğer her şeyler benimle ilgili değildi” diye bir muhasebe yapıyordu.
Böyle hızlıca gelişebilir…
Bu şekilde hızlıca bir çocuğun geçmişini ondan alabilirsiniz. Çünkü, öğretmen o gün müzede ne düşünürse düşünsün: Mehmet bu kentin ve bu ülkenin geçmişinin bir parçası. Tıpkı öğretmenin kendisi ve diğer tüm çocuklar gibi. Sadece isimlerinden dolayı, daha kaç jenerasyonu bu ortak geçmişten koparacağız?
Bu ülkede kalın çizgiler çekmeye ve odacıklar inşaa etmeye ne kadar da meraklıyız! Bölgeler ve topluluklar, bize karşı siz, çok dillilik yerine yabancı dil, yarı Türk- yarı Flaman, yabancı kökenli- yerli… Geçmişte de farklı değil: “Bu senin mirasın, şu da benimki.” Valon Bölgesi’ne ait bir tarih, Flaman kanonu, Brüksel’in kendi geçmişi! Herkesin kendi toplumunun hikayesi, kültürel mirası. Herkes kendi küçük dünyasında varoluyor!
2014 Yılında ilk gözağrım olan, Gent’teki Türk Göç tarihi ile ilgili “Leie’nin kıyısındaki Türkiye” adlı kitabım yayınlandığında, bana en çok sorulan soru: ”Neler keşfettin?” değildi! Sadece bu ilginin nerden kaynaklandığını, merak ediyorlardı. Türk olmadığım için, Türklerle ilgili yazma isteğimi, anlayamıyorlardı. Kitabın Türklerle ilgili olmadığını, tam tersine toplumsal yaşamımızın tarihi ile ilgili, kentimiz ve ülkemizle ilgili olduğunu söylediğimde, bunu kabul etmekte zorlanıyorlardı. Son derece özenli bir şekilde- keskin çizgilerle ve küçük odacıklarla – bölümlendirdiğimiz tarih vizyonumuzda, “göç tarihi”, “ülkemizin tarihinden” çok farklı bir katmana gizlenmiş durumda: Bu ‘bizim’ hikayemiz, o da ‘onların’ hikayesi. Daha ne kadar bu şekilde davranmaya devam edeceğiz? Daha ne kadar, göçün “güncel bir problem” olduğunu düşüneceğiz? Daha ne kadar, göç tarihini kendi tarihimizden iterek, öteleyerek “başkalarının tarihi” muamelesi yapacağız? Anvers’in, Brüksel’in, Liege ya da Charleroi’nın tarihini, göç olmaksızın yazın bakalım bana? Türk Göç hikayesini, Flaman taşeronları, papazları, sosyal görevliler olmadan, yazın bakalım bana?
Hiç kimse, bugünkü süper çeşitli toplumsal yaşamın, bugünden daha gerilere uzandığını ve bir tarihi olduğunu inkar edemez. Ve herkes “ aslını bilmeyenin geleceğini de inşaa edemeyeceğini” gayet iyi biliyor. Buna rağmen, “ortak geleceğimizi” inşa etmek için, küçük bir kasabayı tam zamanlı maaş alan insanlarla, kolayca doldurabileceğimiz bu ülkede, sadece bir avuç insan işin özü ile; yani ortak geçmişimizle ilgileniyor. Komşu ülkelerde, büyük araştırma kurumları, müzeler ve kuruluşlar göç tarihine adanırken, bizim ülkemiz, olduğu yerde sayıyor.
Şimdilik, su yüzüne çıkmasa da geçtiğimiz yıllarda, tarihteki yerlerini talep eden insanların oluşturduğu bir hareket var. İşte Binfikir Düşünce Platformu’nda bu konuları ele alacağım: Bu insanların gün ışığına çıkardığı harika hikayeleri aktaracağım size. Çünkü bu ülkenin göç tarihinin tek bir dünya hikâyesi gibi anlatılabileceği yanılsamasına sahip olanlar varsa, hayal kırıklığına hazırlanın, lütfen!
Bu ülkenin göç hikayesi, tatlı, ekşi ama aynı zamanda acı. Can yakıcı ve eğlendirici, ama tüm bunların üzerinde; günümüz toplumsal yaşamını anlamak isteyenler için son derece anlamlı ve elzem.
50 Yılı aşan işçi göçünden sonra, bu tarihle yüzleşmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Sadece minik Mehmet için değil ama belki de onun öğretmeni için de. Çünkü o öğretmen ne düşünürse düşünsün; kendisi de minik Mehmet ve sınıfın tüm diğer öğrencileri gibi bu hikayenin bir parçası.
0 Comments