DİJİTAL YAŞAM
Version française de cet article: Vie numérique
İçine doğduğum, büyüdüğüm ve yaşlandığım zamana… Takvimlerin de botoksa ihtiyacı var bebeğiiim!
Dünya böyle durmadan önce, ben o dünyaya yetişeyim diye çok koştum. Eteğimde iki çocuk, göğsümde bir adam. Aklımda bitmemiş dosyaların, cevaplanmamış soruların kaygısı, kırmızı ışıkların öfkesi, pişmemiş yemeğin kanlı eti… Hep erken çıktım ‘ev’den, hep geç kaldım ‘ev’e. Ama ilk defa soluğum kesilmiyordu. Kadın olmanın yükünü sıyırmıştım omzumdan. Dengemi ince topuklar üzerinde aramıyordum artık toplantı salonlarının dikdörtgen masalarında. Saçlarımı çarçabuk değil, çocukluğumu okşar gibi ağır ağır tarıyordum. Uzun uzun bakıyordum aynalarda yüzüme. İlk defa neyi nereye koysam, tekrar orada buluyordum. Bulduğumu uzun uzun soluyordum. Bir vakit suyunu vermeyi unuttuğum çiçekler şimdi toprağını çatlata çatlata yeşeriyordu. Ben genişliyor ve daha önceleri beni boğan zamana, kalbimin büyük, büyük dört odasıyla hep birden yayılıyordum. Kucağıma sokulan kediyle oturuyordum saatlerce. Mırıl mırıl minderlere çiçek açıyorduk birlikte. Bu durma halinin, ki bir süre, bir vakit sonra o koşturmaca, o hep her şeye geç kalma, herkes olmaya çalışma ama kimse olamama ve kimseye yetememe hali geri gelecek diye, onu ömrüme bir armağan diye almıştım. Yıldızlı paket kağıtlarıyla kaplamış, renkli kurdelalarla süslemiştim zamanı.
Ne güzel! Ben artık hep evdeydim. Ev… Ne çok unutmuştum evi. Evin duvarlarını, üst üste dizilmiş taşlarını.. Taşlarının deliklerine yuva yapmış karıncaları. Menekşelerin suyunu vermeyi, çocukların sesini dinlemeyi, saatlerce susmayı, bahçenin genişliğini, yatakta uzun uzun gerinmeyi ama yine de hiçbir yere geç kalmamayı…. Dışarıda “al, daha çok al. Koş, yetiş bana!” diye inleyen arsız dünya susmuştu. Yani bir süreliğine. Bu suskunluğu saklamıştım kuş işlemeli yastığımın altında. Ki uçup uçup ona konayım diye. Hiçbir zamana kurmamıştım saatin alarmını. Saatin bir önemi yoktu. Onu güneşin doğuşu ve batışıyla ölçen ilkel kabileler gibiydim.
Gitmek, yetişmek zorunda olduğum hiç kimse, hiçbir yer yok. Dünya durdu, ben durdum. Ömrümde ilk defa saatlerle ölçmüyorum zamanı ne iyi derken, bir başka toplantının hatırlatma sesi dolduruyor şimdi kütüphaneden bozma ve artık ev ofis olan odamı. Laptopumdan gelen kısa, keskin üç kere tınlayan biiiiiiip sesiyle, koltuğun üzerinde uyuklayan köpek uyanıp uzun uzun geriniyor ve tekrar dönüyor ikindi uykusuna. Kuyruğunu koltuktan aşağıya sarkıtmış. Sakız sardunyaları gibi akıyor zamana. Öylece. Sanki var oluş nedeni sadece buymuş gibi. Anlıyorum ki hayvanlar beceriyor yalnızca ‘şu an’da yaşamayı. Ben dünü ve yarını bir kenara bırakabilmek ve şu ana odaklanmak için mindfulness, yoga, meditasyon gruplarına katılıyorum. ‘Nefesine odaklan! Ayak parmaklarından, saçlarına uzanan yolu dinle! Nefes al, nefes ver. Şimdi, şu an sağ elinin serçe parmağını hissediyor musun?’ ‘Yo, hayır. Ellerimi bir bütün olarak hissediyorum ve onu hissederken yazmam gereken bir rapor, tamamlamam gereken bir öykü geliyor aklıma. Sonra mutfakta birikmiş bulaşığı çeşmenin altında akıtan parmaklarımı düşünüyorum ama serçe parmağımı tek başına, yo hayır hissetmiyorum’ derken bir ağlama tutuyor beni. Hayır, ben serçe parmağıma odaklanamıyorum. Serçe deyince zaten, gökyüzümden binlerce kuş kalkıp kalkıp iniyor ellerime. Ben, zavallı minik parmağıma odaklanmayı beceremiyorum.
Gençliğimde peçete koleksiyonu yapardım. Şimdi artık, kızımın ellerinin yanında bir hüzün gibi duran ellerim, peçeteleri ancak şenlikli sofraların turkuaz çiçekleri niyetine katlayıp, onları tabakların yanına koyuyor en fazla. İnsan en çok ellerinden yaşlanıyor. Ömrümün takvimi ellerimde. Duruyor. Biriktirmeye, kutulara koymaya, -ki en son bir umudu koydum bir kutuya. Ağzını bir duayla kapattım- kutulara dönüp dönüp bakmaya, serçe parmağımın varlığına şükretmeye zamanım yok.
Nicedir her şeyi internetin sonsuz boşluğuna savuruyorum. Herkes gibi. Herkesten uzak ama herkese kablolarla bağlıyım. Yoğun bakım ünitesi ömrüm(üz). Kablolardan birini çekmek yeter nefesiz kalmaya ya da düşürmek internet hızını.
Oysa ne çok isterdim pencerelerin önünde duran güllere karışayım. Ama kabloların uzantısı ve bağlantısından çok da fazla bir şey değil artık hayat. Bugünkü dünya, köklerime dolanan zehirli sarmaşık!
0 Comments