Bizim Göç Hikayemiz…
Foto: Pixabay
Version française de cet article: Ma Migration (trans)portée …
-
- Bizimkisi bir göç hikayesi,
- Hala ekonomik, hafifçe trajikomik…
- Varlıklı olmak mı gerekir; var olmak, var hissetmek, varlığımızı kabul ettirmek için?
- Varlıklı oldukça yok olmaya mahkum değil midir insan?
- Sahip oldukları çoğaldıkça, yalnızlaşmaz mı bu beden?
İlk Türk göçü üzerinden 50-60 yıl geçmiş olmasına rağmen, bitmez mi yastık altı operasyonları?
Üzülerek, hala borçlu hisseden, minnet duygusunda kaybolan, suçluluk duyan, ezik hisseden ve kendi duygusal gelişimini göz ardı eden bir Türk kuşağı oluşumu gözlemliyorum Belçika’da.
Bunun sebeplerinden biri, trans-jenerasyonel (nesiller arası) aktarma dediğimiz psişik bir süreç ile, geçmiş kuşaklarımızın karmasını farkında olmadan taşıyor olmamız.
İçinde ise bizim dışımızda gelişmiş olan, bize direkt olarak ait olmayan ama hayatımıza ve seçimlerimize yansıyan birçok bilinçaltı gerçekleri mevcut; annemin kompleksi, babamın başarısızlık duygusu, dedemin düşmanlık öyküsü, teyzemin intihar girişimi, amcamın kırılan gururu, büyük büyükannemin evlat acısı, büyük büyük dedemin yanarak yok olan köyü ve koskoca bir aile ağacının acıları, travmaları, umutları, arzuları gizlidir ruhumuzun derinliklerinde.
Geçmiş kuşaklar yeni kuşağa emanet ettiği bu acıları iyileştirme gibi bir miras aktarmıştır.
Fakat, ekonomik göç, insanlığa ait olan bu doğal sürece bir gölge düşürmüştür.
İnsanların bir kısmı ekonomik güç ile iyileşmeyi ummuştur.
Bu konuya örnek teşkil etmesi adına, Belçika’da bulunan Türk toplumu içerisinde gerçekleşen ilginç çekişmeli maratonlara biz göz atalım:
Yokluk içinde en pahalı düğünler gerçekleşti,
Taksit ile lüks arabalarla tatillere gidildi,
Kredi ile ömrümüzün sonuna kadar bizi zincirleyen evler alındı,
İki yılda bir gidebildiğimiz köyümüze villalar yapıldı,
Ve bir çok yatırım insana değil bizi insan yaptığını zannettiğimiz, insanlığımıza katkıda bulunduğunu düşündüğümüz maddeye dayalı somut olgulara yapıldı.
Bu zaman zarfında ise aynı Türk toplumunda, zoraki evlilikler gerçekleşti, engelli çocuklarımız doğdu, kültürler arasında sıkışan şizofreniye yakalanan gençlerimiz oldu, intihar eden kızlarımız oldu.
Onları görmedik, çünkü onları gizledik, onlardan utandık, onları yok saydık.
Oysa onlardı bizi, geçmişimizi, ruhumuzu iyileştirecek olan hikayeler.
Bugün, odalarında yalnızlaştığımız kocaman evlerimiz, ışıltısına aldanan insanlarla doldurduğumuz lüks arabalarımız var… çok şükür!
Halbuki ilk başlarda tek istediğimiz başımızı sokacağımız bir ev, ayağımızı yerden kesecek bir araba değil miydi?
Hangi ara sadece ihtiyaçlarımızın giderildiği daha etik, sade, hakiki, gerçek, tevazu dolu, mütevazı, özümüzü yansıtan, ahlak anlayışımıza en yakın olan bir hayatı arzularımıza ve egomuza sattık?
Sayın okurlar, diyeceğim şu ki,
Gözümüz aydın fakirlikten kurtulduk,
Fakat yoksulluğa yakalandık!
Fakir değiliz artık, sadece hoşgörüden, paylaşımdan, duygudan ve sevgiden yoksun insanlarız.
Sevgi, duygu, paylaşım, hoşgörü ile kalın.
0 Comments