BUNDAN YÜZ YIL SONRA …
Bütün dünyayı esir alan korona virüsü etkisini göstermeye devam ederken, herkes gibi, ben de ‘peki bundan sonra ne olacak’ gibi düşüncelere kapılıyorum ara ara.
‘Yeni normal’ diye adlandırılan dünya düzeni, beraberinde neler getirebilir?
Bir eğitmen olarak ilk başta aklıma eğitim sistemi geliyor haliyle.
Uzaktan eğitim dünya çapında canlı derslerle hayatımıza girdi artık.
Bu, ileride şahsen bulunmadan katılabileceğin yurt dışında istediğin bir üniversiteye yazılma fırsatını yaygınlaştırır mı acaba?
Evinden Harvardlı olabilirsin mesela…
Bence çok mantıklı.
Komşun bir Japon üniversitesinde okuyorken, sen Boğaziçilisin ya da. İkiniz de aynı anda evdesiniz ama.
Sonra ki adım ne?
Yine evden çalışmak mı?
Diplomayı aldın tamam, şimdi bilgisayarında yeni bir sekme aç, burası da iş yerin. Hiç yerinden kımıldamamışsın ama.
Sonra ne?
Çip mip?
Hatta yapay zeka sayesinde de üniversite yaşı ondörte bile inebilir. İnsanların kişisel gelişimini tamamlamadan robot gibi hayata kurulması…
Hem yapay zekanın faydaları sayesinde mümkün olduğu için, hem de Mars’a yolculuğun uzun sürmesi yüzünden zaman kaybetmemek adına hayata biraz erken başlanmak istenebilir.
Öyle ya; Mars seferleri var bir de gündemimizde.
Büyük bir insanlık faciası veya insanlık adına büyük bir çığır aşılması ile başlayacak o bilim kurgu filmlerini anımsatan olayın sonunda gerçek olması: insan, Mars gezegeninde…
‘Büyük bir insanlık faciası’ diyorum, evet, çünkü SpaceX’in kurucusu Elon Musk, ilk Mars seferinin katastrofal olabilme ihtimalinin yüksek olduğundan, dolayısıyla bütün yolcuların ölebileceğinden, bahsetmekten çekinmiyor.
Peki ama ya tutarsa…?
Biraz fütüristik, biraz da mantık yürüterek devam ediyoruz;
Bundan elli – yüz yıl sonra okulun müfredatında astronomi dersleri de olursa hiç şaşırmam mesela (öldüm tabii. …ama yine de şaşırmam).
Herkes bir gün astronot olacak! O zamanın gençleri de diyecek ki, “eski zamanda ne büyütürlerdi astronotları, şimdi okulda görüyoruz.”
Yapay zeka sayesinde bu öğrenim hem herkese mümkün olacak, hem de süreç hızlanacak.
Neil Armstrong üniversitesi diye üniversite açılır. O zaman bu adam ilklerin ilki diye daha çok değer görüp, daha da idealleştirilecek.
Şimdi; “Armstrong diye bir adam varmış, Ay’a gitmiş”, ama o zaman; “Öncümüz, atamız” diye görülür. Bu durumu şuna benzetiyorum: Nikola Tesla’nın şimdiki zamanda daha çok değer görmesi. Ölümünden bilmem kaç yıl sonra fenomenleşmek…
Biraz daha ileri gidelim:
Mars gezegenine gidip gelinebilecekse eğer, ciddi bir zaman – mekan kavram sorunu baş gösterebilir. Hatta öyleki, bu psikolojik rahatsızlık boyutuna kadar varabilir. Bu durum sadece ‘bugün günlerden ne’, ‘dün ve bugün arasında kaç zaman geçti’ gibi basit hesapların karışması ile ilgili değil, kişinin kendini olduğundan daha yaşlı veya daha genç hissetmesi ile ilgili bile olabilir.
Şimdinin biyolojik yaş – psikolojik yaş ikilisiyle kıyaslanabilir bu, fakat ‘rahatsızlık’ boyutunda.
Ne de olsa Dünya’da 365 günlük bir yıl, Mars’ta 687 gün. Buna adapte olmak zaman ister…
Zaman’dan bahsetmişken, haliyle Mars gezegeni için yeni bir takvim icat edilmeli.
Aylardan birinin adı Elon veya Musk olursa hiç şaşırmam yine.
Mars kolonizasyonu gerçekleşebilirse, bu SpaceX’e Mars’ta kendi kanunlarını uygulayabilme hakkını verdiği için, Mars için tamamen yepyeni bir dil kullanılması bile istenebilir.
Dünya üzerindeki ayrıştırmadan bıkkınlık ve tertemiz bir sayfa ile başlama isteğinden dolayı böyle ortak bir dil üzerine yoğunlaşılabilir.
Marslıları tek bir millet, tek bir düzene alıştıracak, ortak bir dil. Bu İngilizce değil de, ya esperanto, ya da Latinceye bir dönüş gibi düşünülebilir.
Hatta bu dil de müfredatta bir ders olarak görülür o halde.
Bir diğer ders de nefes teknikleri üzerine olur mesela. Nefes alıp verebilmenin kıymeti o zaman daha iyi anlaşılacağı büyük bir ihtimal çünkü.
Mars için böyle yeni bir düzen düşünülürken, bu kolonizasyon başarısından sonra dünya üzerinde ne gibi bir değişiklik gösterilebilir o zaman?
Bir sayfa kapanmak üzere ne de olsa: dünya batıyor.
Dünyanın doğası elbette etkileniyor. Dünya üzerinde ki değişimlerden dolayı.
İklim bozukluğu, dolayısıyla daha çok saat, daha yoğun güneşe maruz kalma, tarımda dev gibi bitki – meyve – sebzelerin artık çoğaldığının, görülmesi doğal hale gelecek. Şimdi bile sıcak iklimli Avustralya’da bu görülebilir. İleride neden bütün dünya üzerinde böyle olmasın?
Vahşi hayvanlar daha sık ve daha fazla insan arasında, kendilerini son kalan ormanların, dağların derinliklerinde gizlemiyorlar artık, çünkü kuraklık yüzünden daha uzun mesafeler katederler su bulmak için. Dünya daha tehlikeli.
Geleceğin ticaretinde ‘mağara ev’ – projeleri geliyor aklıma bir de. Yerin altında evler. Serin ve karanlık; güneşten korunmak için çekici bir proje olarak görülür o zaman.
Turizme de el atarsak, orta Antarktika’ya turizm başlanması beklenir (bilim diyor ki ‘yeşillenecek’). Bugün, ülkeler pasta dilimi paylaşır gibi bölgeyi sahiplendiler bile.
Şu an her evin iç deizaynında olmazsa olmazı olan musluklar var ya, işte sular tükendiği zaman bunlar aksesuardan ibaret kalacak. ‘Çeşme’nin antik çağdan kalma bir süs gibi değerlendirilmesi yakındır.
Mars’a tüm dünya taşınamayacağı için (1 uzay gemisinin maliyeti ne kadar bilir misin? Kaç tane uzay gemisi yapılır? Kaç kişi sığar tek seferde? Dünya mı sığarmış? Hayır tabii ki.), konentjan sınırlı, üstelik ‘survival of the fittest’ – darwinciliğiyle ve ‘Utopia’ kitabı fikriyle, hatta Kur’an’da ki Nuh peygamberin kıssasıyla, sadece bir kısım insan bu seyahati gerçekleştirebilir ancak.
Peki ya dünya üzerindeki nesiller? Şimdiden bile batan bir dünyaya yeni nesil getirmek istemeyen insanlar topluluğu var. Bundan 50-100 yıl sonra doğum yasağı gelir mi, şayet nüfus azalma göstermezse?
Ya da daha ziyade; insanı kısırlaştıracak unsurlar mı katılır yiyecek ve içeceklere?
Bilindik üzere şu an piyasada bulunan birçok ürün işlenmiş gıdalar ve zaten özellikle trans yağlardan ve aşırı glükoz alımına dikkat edilmeli bu hususta. Bunu bilinçli bir strateji olarak uygularlar mı ki gelecekte?
Bugüne kadar ki hastalık yayma sebebi kapitalist nedenlerden olsa da, o zaman amacı ‘soy tüketimi’ olur mu acaba? Korona, yoksa o sen misin bile?
Gelgelelim tekrar günümüze;
Korona virüsünün bilerek yayıldığına dair spekülasyonlar olduğunu duymuşsunuzdur. Hatta bunu iddia eden doktor, Çin devletinin tepkisinden korkup Amerika’ya kaçtı.
Fakat ya gerçekten de değişen dünyamızda bile isteye, yer yerinden oynatılıyorsa?
Bundan yüz yıl sonrasından bahsediyordum oysa.
Neden peki sanki şimdi yaptığımız alışveriş, seyrettiğimiz televizyon kanalları, giyindiğimiz giyisi, yediğimiz – içtiğimiz, yaptığımız aşılar, sanki kendi kararımız değilmiş gibi geliyor?
Ben belki yüz yıl sonrası hakkında hoyratça yorum yaparak ileri gittim.
Ama çöken bir dünya sistemi var epey ileri giden.
Neden kimse buna dur diyemiyor?
Yarın, ‘korona aşısı yaptırmak istemiyorum’ dediğinde, kimse sana ‘mecbursun’ demeyecek.
Ama, ‘aşı yaptırmayan şu ülkeye seyahat edemeyecek, şu iş yerinde çalışamayacak, şunları bunları yapamayacak’ denecek…
Farkında mıyız?
Belki farkındayız, belki de değil.
Ama en çok da ‘yüz yıl sonra Dünya kimin umurunda, bana kalmayacak nasıl olsa’ fikrindeyiz, değil mi…?
0 Comments